Hissizliğin Kuyusu
Hiç tattın mı yalnızlık hissi nasıldır?
İçinde biriken binlerce kelime, boğazında düğüm düğüm.
Her sokağın sonunda beliren aynı boşluk,
Gecenin en siyahında yankılanan tek sesin: suskunluğum.
Avuçlarında biriken tozlu anılar, kırık düşler.
Zamanın çarkında öğütülen her bir zerrem,
Çekip giden gemilerin ardından bakarken,
Ruhumda açılan dipsiz bir kuyu, kapanmaz bir yara.
Deniz feneri misali bir ışık arar gözlerim,
Oysa kıyılarım, hep çaresizlik denizine çıkar.
Bilir misin çaresizlik ne demek?
Kanatları kırık bir kuşun gökyüzüne özlemi gibi.
Elini uzatıp tutmak isterken avucundan kayan kum tanesi,
Her nefeste daha da derinleşen bir uçurumun kenarında durmak.
Yitirilmiş bir şarkının nakaratı dilinde,
Ama dudaklarında yankılanan yalnızca bir hıçkırık.
Bir yudum su arayan dudakların çatlaması gibi,
Kurumuş bir pınarın başında beklemek nafile.
Gözlerinde biriken yaşlar, hiç dinmeyecek bir yağmur.
Yüreğimde açan acı bir çiçek, hep solmakta.
Ve ben, o çaresizlik denen dipsiz kuyuda,
Yalnızlığın soğuk duvarlarına sırtımı dayadım.
Gölgesiz bir şehirde yitirilmiş bir yolcu gibi,
Nereye gitsem, aynı çıkmaz sokaklarda dolaştım.
Her yeni şafakta bir umut kırıntısı ararken,
Gecenin karanlığına sığınan bir hayalet oldum.
Adımı fısıldayan rüzgarın sesi, uzak bir şarkıdan,
Kayıp bir denizde sürüklenen sahipsiz bir tekne misali.
İşte öyle bir şeydi bu, ne yapsam da geçmez bir hüzün.
Cemal Süreya’dan kalan o imgesel acının ta kendisi.
Yılmaz Kurucan